Depersonalizasyon-derealizasyon bozukluğu, bireylerin kendi düşüncelerinden, duygularından, bedenlerinden veya çevrelerinden kopma hissi yaşadıkları bir dissosiyatif bozukluktur. Bu kopma genellikle kendilerini bedenlerinin dışından gözlemledikleri veya çevrelerinin gerçek dışı, düş gibi veya çarpıtılmış hissettirdiği kalıcı bir hisse yol açar.
DDB, yoğun stres, travma, madde kullanımı veya anksiyete/ depresyon gibi diğer ruh sağlığı bozuklukları tarafından tetiklenebilir. Ancak, DDB belirgin bir neden olmadan da gelişebilir ve bireyler bunu genellikle tek başına bir durum olarak deneyimler.
DDB için en yaygın tetikleyicilerden biri, özellikle tehdit edici olarak algılanan travmatik deneyimlerdir. Taciz, ciddi kazalar, şiddet veya sevilen birinin ani kaybı gibi olaylar travmatik etki yaratmış olabilir. Bu durumlarda, kişi duyarsızlaşmayı bir başa çıkma mekanizması olarak içselleştirerek yoğun duygulardan veya başa çıkamadığı anılardan uzaklaşabilir.
Özellikle duygusal veya fiziksel ihmal, taciz veya aile içi şiddete maruz kalma gibi çocukluktaki uzun vadeli travmatik deneyimler önemli risk faktörleri arasında yer alır. Bu deneyimler, çocuğun duygusal olarak anlamlandıramadığı/ başa çıkamadığı bir ortamdan kopmasının bir yolu olarak dissosiyatif semptomlar geliştirebilir.
Benzer şekilde, kaygı bozukluklarının bunaltıcı doğasıyla yaşayan kişiler, panik atakları sırasında duyarsızlaşmayı bilinçdışı bir savunma mekanizması olarak benimsedikleri için olayı vücudunun dışından izliyormuş gibi kopuk hissedebilirler. Şiddetli depresyon da bazen depresif dönemlere eşlik eden uyuşukluk ve duygulardan kopuklukla bağlantılı olarak kişiliksizleşmeye yol açabilir.
Nörokimyasal dengesizlikler üzerine yapışan araştırmalar, nörotransmitter dengesizliklerinin bir rol oynayabileceğini öne sürüyor. Örneğin, ruh hali ve algı ile bağlantılı olan serotonin ve dopaminin anormal seviyeleri, gerçekliği algılayamıyormuş gibi hissediyor olma durumuna yol açabilir.
Uyku yoksunluğu bir düzene girdiği zaman, geçici duyarsızlaşma ve gerçekliği algılayamama semptomlarına yol açabilir. Uyku ve dinlenme, duyguları işlemek ve bilişsel dengeyi korumak için hayati olduğundan kronik uyku eksikliği duygusal işlevselliği sarkıntıya uğratarak kişiyi bedenden/ gerçeklikten ayrışmaya daha yatkın hale getirebilir.
Benlik yitimi: Kişinin kendinden kopma veya yabancılaşma hissi DDB için yaygındır. İnsanlar kendilerini dışarıdan bir bakış açısıyla izliyormuş gibi hissedebilir veya artık düşüncelerini ve eylemlerini kontrol edemediklerini düşünebilirler.
Çevreye yabancılaşmak: Dış dünyayla ilgili gerçek dışılık hissi baskındır. Kişiler çevrenin sisli, uzak veya yapay hissettirdiğini algılar. Renkler soluk görünebilir veya tanıdık ortamlar yabancı gelebilir.
Gerçek Dışılığın Farkında Olma: Diğer bazı psikolojik bozuklukların aksine, DDB'li kişiler genellikle deneyimlerinin "gerçek" olmadığının farkında olabilir. Bu iç farkındalık, bireyler genellikle anormal olduğunu bildikleri bir durumda sıkışıp kaldıklarını hissedebilirler.
Bozukluğun beyin için bir başa çıkma mekanizması olduğu, potansiyel olarak bunaltıcı durumlardan veya travmadan uzaklaşmanın maladaptif bir yolu olduğu araştırmacılar tarafından dile getirilen bir görüştür. Nörobiyolojik araştırmalar, duygusal tepkiselliğin azalmasıyla ilişkili olabilecek prefrontal korteks gibi beyin bölgelerinde değişiklikler olduğunu göstermektedir.
DDB'yi tedavi etmek, kişinin yaşadığı sürecin yoğunluğuna ve arkasında yatan nedenlere bağlı olarak değişiklik gösterebilecek birtakım yaklaşımları içerir. Psikoterapi yeterli olsa da ve bazen ilaç kullanımı gerektiren kombinatif bir tedavi gerekebilir.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) genellikle benlik ve gerçeklik hakkındaki çarpık düşünceleri ele almak için kullanılır. Eğer ki BDT yeterli gelmiyorsa ve travma veya çözülmemiş duygusal çatışmalar söz konusuysa psikodinamik terapi söz konusu olabilir. Antidepresanlar veya anti-anksiyete ilaçları gibi ilaçlar bazen birlikte görülen semptomları iyileştirmek amacıyla psikoterapi için destekleyici olarak kullanılabilir.