Son zamanlarda psikoterapi ile ilgili programlar, diziler, yazılar çokça ilgi çeker oldu. Benim de ilgimi çekiyor bunların hepsi. Hemen hemen tüm dizileri izliyor, sosyal medyada paylaşılanların bazılarını takip ediyorum. Herkesin ilgisini neden çekmeye başladı konusunda da bazı tahminlerim var ama bu yazıda psikoterapi benim ilgimi neden çekiyor, onu paylaşmak istiyorum.
Psikoterapi, hem bilim hem de sanat olarak tanımlanır. İnsan çok karmaşık bir varlık olduğundan, sadece bilimsel yöntemleri kullanarak insanı anlayabilmemiz şimdilik mümkün görünmüyor. Tam da burada terapinin sanat yönü devreye giriyor. Terapi aynı zamanda sanattır çünkü, terapistin bilinmez karşısında yaratıcı olduğu bir süreçtir. Terapist bir mühendis gibi çalışamaz. Her insan farklıdır çünkü. Birinde işe yarayan diğerinde işe yaramaz. Birinin olumlu yanıt verdiği bir tekniğe başka biri olumlu yanıt vermeyebilir. İyi bir terapist terapi sürecindeki belirsizlikle sadece barışık olmakla kalmamalı, bu belirsizlik karşısında yaratıcılığını kullanabilmelidir. Yani var olan yöntemleri değiştirebilmeli, bazen de bildiği her şeyi unutup baştan, sadece karşısındaki kişinin işine yarayabilecek bir yöntem geliştirebilmelidir. Bunu, bir mağazadan alınan kıyafeti giymek yerine tam da sizin üzerinize göre bir kıyafet diktirmeye benzetebiliriz. Standart bir insana göre dikilmiş bir pantolondan ziyade, kumaşı, rengi, beli, kalçası, paça boyu size uygun bir kıyafet gibidir terapi. Daha doğrusu, iyi terapi öyle olmalıdır. İşin içine biraz da iç güdüler girer. İç güdü aslında tam olarak adını koyamadığımız, belki bilinç düzeyinde algılayamadığımız, ama beynimizin bir yerlerinde işlemlediğimiz bilgileri ve bu işlemin sonucu olarak ortaya çıkan hissi içerir. Belki terapiste, neden öyle söylediniz, neden öyle sordunuz diye sorsak tam olarak söze dökemeyebilir. Tam nedenini bilemeyebilir, ama farkında olmadan tam da zurnanın zırt dediği yere parmak basmıştır iç güdüleri sayesinde.
Bu yazıyı kaleme almak da biraz böyle bir süreç. Yazının başına otururken ne yazacağımı bilmiyordum. Hatta önce başlığı psikoterapinin geleceği olarak yazdım. Sonra baktım yazı başka bir yere gidiyor. Döndüm başlığı değiştirdim. Şimdi bu yazıları tamamen iç güdülerime dayanarak mı yazdım? Elbette hayır. Bu yazının içinde yıllardır aldığım eğitimin izleri var. Zihnimde taşıdığım sayısız kitabın, sayısız dersin, sayısız araştırmanın ve sayısız tecrübenin sonucu edindiğim bilgiler var. Ama bu bilgileri harmanlamak, önem sırasına koymak, birbirine entegre etmek, sonra da kendi çıkardığım sonuçları kendi kelimelerimle ifade etmek terapiye benzetilebilir. Terapinin temelinde de elbette bilim, teori, araştırma sonuçları olmalıdır. Ama tam da burada bizim bilgisayardan farkımız devreye giriyor. Bizler bu bilgilere anlam yükleyip, önem sırasına koyup, entegre edip, bu bilgilere dayanarak daha önce var olmayan, yepyeni bir şey ortaya koyabiliyoruz. Belki bilgisayarlar da bunu yakında yapabilecekler ama benim bilebildiğim kadarıyla yaygın kullanımdaki bilgisayarlar henüz yapamıyorlar.
Yaratıcı olduğu için de güzel, heyecan verici bir süreç terapi. İnsan zihni tekrarlayan, bilindik, insana bir şey katmayan süreçlerden çabuk sıkılır. Oysa terapi kişiden kişiye her an değişen, yenilikler ve sürprizler içeren bir süreç. Tabi bir de karşınızdaki ile anlamlı ilişkiler kurabilme ve onların dertlerine derman olabilmeyi de içeriyor terapi. Tüm bu nedenlerle, terapist için de çok anlamlı, ödüllendirici bir süreç. Zorlukları da yok değil. Bu zorluklardan biri, bazen emeklerinizin sonucunu hemen göremiyor olmanız. Yani kişi terapiden faydalanıyor ama sonrasında ne oluyor, kişinin terapiden edindiği kazanımlar hayatını olumlu şekilde etkilemeye devam ediyor mu? Biraz filmin sonunu seyretmeden sinemadan çıkmak gibi. Hatta filmin çekilmesi sürecinde çokça emek verip sonunu hiç görememek gibi. Belki bazen yıllar sonra o danışanlarla tekrar görüşmek ve “ne oldu sonra?” demek mümkün olur. Son tahlilde, gülü seven dikenine katlanır durumu...