Biraz kafamı dinleyeceğim dediğinizde neyi dinliyorsunuz? Gerçekten kafanızı dinliyor musunuz? Şiddetle öneririm, gerçekten kafanızı dinleyin. Düşüncelerinizi ayıklamaya çalışın. Kafanızın içinde farklı sesler olduğunu anlayacaksınız. Bu öyle kendi kendine konuşma gibi kötüye yorulan bir belirti değildir. Hepimizin kafasının içinde düşünceler vardır ve bunların ne olduğunu, neler söylediğini fark etmek ve biraz da düzene sokmak kafa açar.
Kafa içi temizliği gibi. Sen şöyle kenarda dur sen güzel şeyler söylemiyorsun. Sen arkadaki biraz öne çık, sen daha sağlıklı şeyler söylüyorsun sanki. Sağ kenardaki sen de fena değilsin ama şimdi senin zamanın değil, ben zamanı gelince seni dinleyeceğim merak etme. Kafamız ve içindekiler bizi biz yapan, hayatımızı nasıl yaşadığımızı belirleyen şeyler değil mi? O zaman her şeyin başı kafamızı dinlemek ve içindekileri düzene sokmak olabilir.
Şema terapide bunlara mod diyoruz. Gelip giden haller, duygular ve düşünceler. Bu modlar biraz da kişilik sahibi oluyor. Yani biri çocuk modu, biri ebeveyn modu, bir diğeri sağlıklı yetişkin modu gibi. İçimizde oyun oynamak isteyen çocuk sesleri, eleştiren veya hep bir şeyler talep eden ebeveyn sesleri, sorumluluk sahibi ama aynı zamanda şefkatli, Hababam sınıfındaki müdür rolündeki sağlıklı yetişkin sesi. Belki teorinin sahibi tam da böyle anlatmaz, bu benim yorumum. Kendi kafamdakilerden örneklerle açıklayayım. Oyuncu çocuk kalk dışarda dolaş biraz, hava da güzel, kaçırma bu havayı diyor. Talepkar ebeveyn dün bütün gün yattın zaten, bu yazıyı bitirince diğer işlerini de bitir yarın rahat edersin diyor. Sağlıklı yetişkin oyuncu çocuğa, tamam haklısın çıkıp dolaşacağım biraz ama önce şu yazıyı bitireyim diyor. Talepkar ebeveyne de tembellik yapacağım tabi ne var, bugün Pazar, pazartesinin işini neden pazardan yapayım, yarının işini bugünden yapmama gerek yok diyor.
Dr. Deniz Canel Çınarbaş
Bunlar biraz da Freud’un meşhur id, ego, süperegosuna benzer aslında. Gelişimsel olarak da bu modlar katman katman yerleşmiştir içimize. Önce sadece oyun oynamak isteyen, dilediği her şey istediği anda gerçekleşsin isteyen id, yani çocuk sesleri. Sonra bunu dizginlemeye çalışan, topluma uydurmaya çalışan süperego, yani ebeveyn sesleri. Son olarak da, ikisi arasındaki dengeyi oturtmaya çalışan, hem çocuğu mutlu etmeye hem de bunu toplumsal kuralların çok da dışına çıkmadan yapmaya çalışan ego, yani sağlıklı yetişkin. Biraz daha basitleştirirsek, sol omzumuzda oturup bize kötü düşünceler aşılayan şeytanla sağ omzumuzda oturup bizi iyiliğe sevk etmeye çalışan meleğe benzetilebilir.
Bir ben var benden içeri demiş ya Yunus Emre, belki de bunu kastetti. İçimizdeki sesler, yani düşünceler, yani benler, bir de bunları düzene sokmaya çalışan bir irade. Hangisi gerçek biziz, bunlar gerçekten de niteliksel olarak birbirinden farklı benler mi, kim bilebilir? Bildiğim şu ki, bunlar öyle sadece teoride, ya da teolojide geçen soyut kavramlar değil, bizzat kafamızın içinde olan şeyler. Teoriyle uygulamayı birleştiren rolüyle terapi de bu varlıkları bulmamıza, bunları anlamamıza ve hatta düzenlememize yardım eden bir yöntem. Hangisi sağlıklı, hangisi talepkar, ne zaman hangisini dinlemeliyiz? Terapist hem eğitimiyle ve tecrübesiyle hem de dışardan bakan gözüyle bu soruların cevabını bulmanıza yardım edecek doğru kişi olabilir. Elbette bunları siz kendiniz, yardımsız da bulabilirsiniz. Biraz kafanızı dinleyin, bakalım sesler ne diyor.