Kadın Erkek Eşitsizliği ve Psikoterapi
Bu yazımda terapistleri eleştirmeyi amaçlıyorum. Biraz da iğneyi kendimize batırmamız lazım. Psikoterapistlerin, özellikle de Türkiye’deki psikoterapistlerin, eşitsizliklere sessiz kaldıklarını, var olan statükoyu destekler nitelikte söylemler kullandıklarını düşünüyorum. Bu görüşümü de kadın erkek eşitsizliği ve terapistlerin bu konudaki tavrı üzerinden ele almak istiyorum.
Kadınlar ve erkekler arasında bir eşitsizlik olduğu herkesin malumudur diye düşünüyorum. Tabi ekonomik ve siyasal güç eşitsizliğinden bahsediyorum. Toplumda erkekler daha fazla güce ve söz hakkına sahipler. Toplumdaki kilit konumlarda genellikle erkekler bulunuyor. Daha fazla milletvekili erkek, daha fazla profesör erkek, daha fazla meslek erbabı erkek, daha fazla CEO erkek ve bunun gibi. Ayrıca, ailede de çoğunlukla erkek daha fazla güce ve söz hakkına sahip. Kadınların daha fazla ev işi yapması, çocuklarla ilgilenmesi, ev idaresinde daha fazla emek harcaması bekleniyor ve fakat bu işler genelde göze görünmeyen, takdir görmeyen, ekonomik karşılığı olmayan işler. Erkekler de dışarıda çalışıyor ve şüphesiz onlar da emek harcıyorlar ama genelde ekonomik gücü de ellerinden tutuyorlar.
Terapistlerin bu konudaki genel tavrı ise, tabi bu benim görüşüm, “toplumu değiştiremeyeceğimize göre terapiye gelen çifte, bu güç eşitsizliğini göz ardı ederek yardımcı olmaya çalışalım.” Yani, bu eşitsizlik meselesine girersek işin içinden çıkamayız, psikologlar olarak toplumu değiştirmek gibi bir amacımız olamaz, öte yandan eşitsizlik meselesine girersek terapiye gelen çiftin kadınına ve erkeğine eşit mesafede durmamış oluruz, kadının tarafında gibi gözükürüz, o nedenle bu eşitsizlik durumunu parantez içine alalım, bu konuya girmeyelim, bu çiftin eşitsizlik dışında nasıl bir derdi var onu anlayalım ve onunla ilgili yardım sunalım. Ne de olsa toplumsal eşitsizlik psikolojinin değil sosyolojinin konusu. Eğer eşlerden biri, ki bu genellikle kadın olur, eşitsizlikle ilgili bir meseleyi terapiye getirirse, bu konuyla ilgili bir derdi varsa, ona kısaca şu mesajı verelim “eşitsizlik var, doğru, ama ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin; bak bu mesele kolay kolay değişmez, sen de buna takılır kalırsan diğer meselelerde hiçbir şey elde edemezsin. Örneğin, duygusal bir ihtiyacınla ilgili başka bir meselen varsa ilişkinde, eşitsizlik meselesine takılıp kalırsan duygusal ihtiyacın hiç karşılanmaz, eşitsizlik meselesiyle erkeği defansif hale getirirsin ve iyice uzaklaşır senden, istediğin duygusal yakınlıkken tam tersini elde emiş olursun.”
Doğru mu, doğru tabi. Mantılı mı, mantıklı. Ama suya sabuna dokunmadan, toplumsal meselelere girmeden, steril bir ortamda yaşıyormuşuz gibi terapi yaptığımızda gerçekten çifte faydalı olmuş oluyor muyuz, yoksa sadece bir gerçeği görmezden gelmiş ve çifte de görmezden gelmesini söylemiş mi oluyoruz? Bu eşitsizliğin duygusal yükünü hiç konuşmamış, değişime bir şans vermeden düzeni desteklemiş oluyoruz. Böyle gelmiş böyle gider demenin ötesinde, böyle de gitsin zaten, doğrusu da budur demiş oluyoruz.
Bu durum aslında diğer toplumsal eşitsizlikler için de geçerli tabi, etnik köken, din, dil, ırk, ekonomik sınıf gibi. Yani terapistlerin bu konularda da “bize ne, biz psikolojik değişkenlere bakarız, bunlarla sosyologlar ilgilensin” demeleri doğru değil. Hepsi insana dair ve hepsi psikolojinin alanına giriyor. Aslında kültürel psikoloji ve çokkültürlü terapi alanlarındaki araştırmacılar ve terapistler bu konuları ele alıyor ve tartışıyorlar, fakat daha çok yabancı alanyazında yayınlanıyor bu yazılar. Peki terapistler bu gibi konulara nasıl yaklaşmalı, terapide bunları nasıl ele almalı, bu konular bu yazının kapsamı dışında kalıyor, bunlar psikoterapi eğitimcilerinin kafa yorması gereken konular kanaatimce. Sonuç olarak, eşitsizlik psikoterapinin konusu olabilmeli ve her psikoterapist bu konuları terapide etkin bir şekilde ele alabilecek yeterliliğe sahip olmalı.
Prof. Dr. Deniz Canel Çınarbaş