Psikolojik Homeostaz Nedir?

 

Bazı insanlar için her şeyin yolunda olması, beklenmedik şekilde tedirgin edicidir. Hayatları nihayet bir düzene girmiş, dışarıdan bakıldığında her şey sakin ve huzurlu görünmektedir. Ama içlerinde tarif etmesi güç bir huzursuzluk kıpırdanır. Mutluluğun yüzeyinde yüzerken, altta kaynayan bir şey vardır; bilinçli zihnin bastıramadığı, adı konmamış bir gerilim. Kimi zaman bir boşluk, kimi zaman anlamsız bir sıkıntı. Tam da o anda, birçok kişi yeniden o eski karanlık tanıdıklığa geri döner. Bilerek değil, bilinçli değil, isteyerek hiç değil. Ama neredeyse kaçınılmaz bir dürtüyle.

Bu paradoksun kalbinde, bedensel bir ilke olan homeostaz yer alır. Bedenimiz nasıl belli sıcaklık, kan şekeri, tansiyon gibi dengeleri korumaya çalışıyorsa, zihnimiz de bir duygusal denge hali kurmaya çalışır. Ancak bu psikolojik denge, geçmişte maruz kalınan deneyimlerin içine gömülerek biçimlenir. Eğer beyin uzun süreli bir duruma (kaotik, belirsiz ya da sürekli depresif gibi) maruz kaldıysa, beynin "normallik” denge ayarı bozulur. Zihin bu içsel kaosu öğrenir, buna uyum sağlar, bunu bekler. Huzur geldiğinde ise o tanıdık gerilim eksikliği hissedilir. Her şeyin sessizleştiği o anda, zihin harekete geçer.

İçimizdeki bu sessiz alarm, neşe anlarında bile tetiklenebilir. Çünkü bazı zihinler için huzur, tehlikeden çok daha bilinmezdir. Tanıdık olan şey çoğu zaman güvenli hissedilir; acı verici olsa bile. Zihin, "daha önce ne olduysa yine olur" dercesine eskiye, yani bildiği duygusal dengesizliğe geri dönmek ister. Bu noktada kişi bir davranışa, bir ilişkiye, bir rutine ya da bir düşünceye saplanır. Sıklıkla da farkında olmadan. Bu bağlamda bağımlılık, sadece haz peşinde koşmak değil; zihinsel dengenin bozulduğunda yeniden tanıdık bir ritme kavuşma çabasıdır. Yani kişi tekrar tekrar aynı yere döner çünkü o yerin haritasını en iyi o bilir. Karanlıksa bile.

İşte bu nedenle bazı insanlar "iyileştiklerini" düşündüklerinde bile bir boşluk hissederler. Çünkü zihin, alıştığı uyarılma düzeyini yitirmiştir. Bu sakinlik, tehditkâr hale gelir. Beyin sürekli uyarılmaya alışmıştır; artık kendi iç sesini duymakta, huzuru tolere etmekte zorlanır. Böylece kişi, iyileşme gibi görünen o yeni dengeden kaçar. Tekrar çalkantılı ilişkilere sürüklenir, kaygılı düşünceler üretir, ya da daha önce bırakmış olduğu yollara geri döner. Bu geri dönüş, dışarıdan zayıflık gibi görünse de aslında zihinsel sistemin tanıdık bir dengeyi yeniden kurma girişimidir.

Bu noktada şunu fark etmek önemlidir: Psikolojik denge dediğimiz şey, durağan bir çizgi değil, inişli çıkışlı ama tolere edilebilir bir salınımdır. Sadece mutlu olduğumuzda değil, üzgün, endişeli, öfkeli veya boşlukta hissettiğimizde de bu sistem işler. Duyguları bastırmak yerine tolere etmeyi öğrenmek, bu sistemin sağlıklı işlemesini sağlar. Gerçek huzur, sadece dış dünyanın sakinliğiyle değil, iç dünyanın karmaşasına gösterilen nezaketle de ilgilidir.

Zihnin tanıdık olana duyduğu özlemi anlamadan, bu döngüler kırılmaz. Çünkü kişi genellikle "neden yine başladım?" diye kendini suçlar ama asıl sorulması gereken soru şudur: “Hangi iç dengesizlik beni buna zorladı?” İşte cevap burada yatar. Bağımlılığın görünmeyen yüzü, aslında kişinin yeniden kendiyle denge kurma çabasıdır. Ve bu denge, bazen zarar verici alışkanlıklarda, bazen yıkıcı ilişkilerde, bazen de kişinin kendine anlattığı o eski hikâyelerde saklıdır.

Gerçek değişim, sadece davranışın değil, dengeye duyulan inancın da yeniden tanımlanmasıyla mümkündür. Her şeyin yolunda gitmesi korkutmamaya başladığında, işte o zaman iyileşme gerçekten başlamıştır.